20 Mart 2015 Cuma

Garaja Gider


Önünde duran boş kadehe uzun uzun baktı. Onun getirdiği Lagavulin şişesinin kapağını açıp tepeleme doldurdu. Şişeyi elinden bırakmadan kadehi kafasına dikip boşalttı. Onunla konuşmadan kafasının bulanmasına ihtiyacı vardı. İkinci kadehi tek doldurdu ve şişeyi önündeki sehpanın üzerine bırakıp arkasına yaslandı.

Nasıl bağlanmıştı bu kadar kısa sürede. Daha üç ay önce, klübe girdiğinde gözgöze gelmişlerdi. Etrafında olup biteni umursamayan bir şekilde dans ederken yakalamıştı gözlerini. Etrafta o kadar insan varken bir an bile başkasına bakmamıştı. Sabaha karşı, mesaisi bitince, hiç konuşmadan kapıda birbirlerine sarılmışlar ve Nişantaşı’ndaki eve gidip öğlene kadar sevişmişlerdi.

Daha önce hiç kimseyle birlikteyken kendisini böyle savunmasız hissetmemişti. Savunmasız ama huzurlu. Teslim olmuş ama memnun.

Şimdi yarı sarhoş, ondan telefon gelmesini bekliyordu. Aramayacak diye geçirdi içinden. Bu gece başkasının koynunda. Düşüncesi bile ikinci kadehi tek nefeste bitirmesine yetti. Daha fazla içmemeliydi. İçerse ona yalvaramamaktan korkuyordu. Çalıp çalmadığına emin olmak için telefona uzandı. Ne bir mesaj, ne bir cevapsız çağrı.

İstemeden, refleksle üçüncü kadehi doldurduğu sırada çaldı telefonu. Albinoni’nin “Adagio G Minör”ü yankılandı evin boş duvarlarında. Yanıtlamak için tuşa basmadan önce gözlerini kapayıp çellonun sesini doldurdu beynine. Sonra bir telaş yes tuşuna bastı. Onun sesi de en az çello kadar doyurucuydu.  Duyduklarını söyleyeceğini biliyordu ama içtiği viski miktarı tahammül etmesine yetmemişti. Bağırmak istiyor, “Ben sensiz nefes alamam” demek istiyordu, “Yalvarırım bir şans daha ver”.

Ama fırsat bulamadan kapandı telefon.

Bitmişti.

Hayatını değiştirdiğini düşündüğü dansçı sevgilisi ile yaşadığı aşk bitmişti.

Derin bir nefes aldı. Doldurup içmeye fırsat bulamadığı üçüncü kadehi bir dikişte bitirdi. Ayağa kalktı, sendeledi. Elindeki boş kadehi karşısındaki duvara fırlattı. Aynanın karşısına geçti. Üzerindeki bornozu çıkardı. Önce gözlerine baktı. Sonra dudaklarına. Onunla tanıştığından beri kazımayı bıraktığı dazlak kafasına. Geniş omuzlarından göğüslerine indi bakışları. Ardından gözü bacak arasında duran işe yaramaz et parçasına ilişti. Hem nefret, hem aşk ile baktı çıplak bedenine.

Yarım saat sonra sokaktaydı. Önce Harbiye’ye doğru yürüdü, yanından tek tük geçen arabaların kornalarına aldırmadan. Çalıştığı Love Dance Point’un önündeki afişten kendisine şehvetle bakan gözlerini gördü sevgilisinin. Cebinden çıkardığı falçatayla önce sağ gözünü, sonra sol gözünü çıkardı karşısındaki yüzün. Kendisinden sonra hiç kimseye, ona baktığı gibi bakamasın diye.

Yoluna devam etti. Hilton otelinin önüne kadar yürüdü. Önünde duranlara, camı indirip kendisi ile konuşmak isteyenlere bakamıyordu. Üç ay sonra, aynı yere geri dönmüştü. Hiç geri dönmeyeceğini düşündüğü sokaklara. Gözlerinden süzülen yaşlara engel olmuyordu artık.


Kafasını gelen arabalara doğru çevirdi, hızla yaklaşan bir Mini Cooper’ı gözüne kestirdi. Ani bir hareketle kendini yolun ortasına bıraktı, kaporta kalçasına temas ettiği anda gözgöze geldi direksiyondaki şaşkın delikanlıyla. Ayağındaki kırmızı topuklu ayakkabının fırladığını gördü havada uçarken. Bembeyaz, mini bir elbise giymişti bu gece, kefen niyetine. Kafası arabanın camına vurduğunda siyah peruğu takılıp kaldı, bedeni havalanıp arkadan gelen otobüsün önüne doğru savrulurken son gördüğü “Garaja Gider” yazısı oldu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder