9 Mart 2015 Pazartesi

Meslek Erbabı



Normalde çalmaz benim telefonum o saatlerde. Aslında son on senedir hiç bir saatte çalmıyor benim telefonum. Kimsede numaram olmadığından değil, kimse beni aramaya cesaret edemiyor. Tanıyorlar beni, biliyorlar yapabileceklerimi. Şikayetçi değilim bu durumdan. Hatta benim meslekte tercih ettiğim bile söylenebilir bu durumu. Sadece telefon da değil, kapım da çalmaz benim. Hatta şu gördüğünüz kapıdan son on yıldır sadece bir ben geçtim, bir de Safinaz. O da iki yıldır görünmüyor. Sabahları kapıyı tıklatırdı, anlardım onun geldiğini, kapıyı açar, karnını doyurur, sonra yolcu ederdim. Artık gelmiyor. Şüphelenmiyor değilim ama bizim meslekte hiç kimseye bağlanmayacaksın, hiç kimseye güvenmeyeceksin, o yüzden soruşturmuyorum. Rutinin dışına çıkmak da olmuyor, hemen dikkat çekiyorsun. Her sabah olduğu gibi, bu sabah da güneş gözüme girince uyandım. Hep böyle oluyor. Önce sıcaklığını hissediyorum yüzümde. Sonra ışıldamaya başlıyor gözümde. Gözkapaklarımın içine doğuyor güneş. Aniden açıyorum gözümü. Her an tetikteyim zaten. Bizim meslek böyle. Gözün aralık uyuyacaksın. Dün gece gelen telefonu anlatmadım, değil mi? Şaşırmadım o çok tanıdık sesi duyunca. Bekliyordum bir gün beni arayacağını, çünkü rutinimi o da biliyor. Zaten benim rutinimi bir o biliyor, bir ben, şimdi de siz. Saat daha 10 du telefon çaldığında. Henüz uyumamıştım. Ben zaten geç uyurum. “Seni seçtim” dedi bana. Ahizeyi bırakıp, karşımdaki ekranda onu dinlemeye devam ettim. Anladım, beni neden seçtiğini, ne için seçtiğini. “Tamam” dedim. Görevi anlamıştım. Bu görev için dolapta tuttuğum takım elbisemi giyip, kravatımı bağladım, kıvrıldım salonun ortasındaki kanepeye. Ne olur ne olmaz. Sabah bir de giyinmek ve kravatımı bağlamak için vakit kaybetmemeliydim. Hemen uyudum. Bir çabuk doğdu güneş bu sabah. Kanepenin yanında duran ayakkabılarımı geçirdim ayağıma. On senedir onları giyiyorum. Yeni ayakkabı almadım, bizim meslekte belli olmaz sizi nasıl takibe alacakları. Neme lazım. Kapıya taktığım asma kilitleri açtım teker teker. Çelik kapı, ama yine de bizim meslekte emniyetli olmaktan zarar gelmez. Evin tam nerede olduğunu söylemeyeyim ama Kadıköy iskelesine tam ondört dakika sürüyor yürümem. Turnikelerden geçmeden önce Posta gazetesi alıyorum, onun söylediği gibi. “Rengin belli olmasın” dedi bana. Zaman alsan paralel, Cumhuriyet alsan solcu zannederler dedi. Ben de Posta aldım. Üzerinde takım elbise olunca, bir de siyah güneş gözlükleri, 8.45 vapurunu bekleyenlerin arasında sıyrılıp en öne geçmek zor olmuyor. Vapura ilk ben binmeliyim ki en hakim yere oturabileyim. Bizim meslekte araştırma çok önemli, dolayısı ile araştırmışım, en iyi gözlem yapabileceğim noktayı tesbit etmişim. Oturuyorum. Gazeteyi de açacaksın ki belli olmasın takip ettiğin. Açıyorum. Çok geçmeden vapur ayrılıyor iskeleden. Daha herkes yerleşmemiş, ama onları tesbit etmem zor olmuyor. Kız haki bir parka giymiş, oğlanın sırtında siyah bir palto. Tam bana söylediği gibi, dışarıda yanyana oturuyorlar. Zamanlama çok önemli bizim meslekte. Gözlemlemeye devam ediyorum. Esmer saçlarını atkuyruğu yapmış, uzun boynu görünüyor kızın. Bembeyaz. Hani kırmızı şarap içse, derisinin altında görülecek, o kadar beyaz. Oğlan sakallı, kalın camlı gözlükleri var. Sakalları Che’nin sakalı gibi, onun boynunda fular var. Simit almış oğlan binmeden vapura. İki de çay alıyorlar dolaşan büfeciden. Tam tarif ettiği gibi, dipdibe oturmuşlar, fısıldaşıyorlar. Çocuğun sakalları kızın bembeyaz yanağına temas edince yüreğim hopluyor. Kızarıyor kızın yanakları. Daha bir sokuluyor oğlana. Dudaklarını aralamış, utanmasa oracıkta sevişecek. Ben burnumdan solumaya başlıyorum. Sinirleniyorum, bizim meslekte olmaz ama tahammül edemiyorum bu iğrenç görüntüye. Vapur yavaşlıyor Beşiktaş iskelesine yaklaşınca. Tam zamanı. Artık onun görüş alanına giriyoruz. Eşikten dikkatlice atlayarak iç güverteye geçiyorum. Oradan da bu iki pisliğin önünü kapatacak bir şekilde dışarı çıkıyorum. Beni önce kız farkediyor, gözleri büyüyor, siyah evrak çantamdan çıkarttığım, her gece bilediğim bıçağımı görünce. Bizim meslekte öngörülü olmak çok önemli. Gırtlağa salladığın bıçak şah damarını ilk anda kesmezse ayvayı yersin Oğlan bana doğru dönüyor, kalkmak için hareketleniyor ama ben daha hızlıyım. Sallıyorum bıçağı, çenesine geliyor. Bir daha sallıyorum, etine girdiğini hissediyorum ama nereye girdiğini göremiyorum. Düşüyor ayaklarımın dibine. Kız şoka girmiş. Kaçamasın diye kendimi atıyorum üzerine. Yumuşacık. Hiç debelenmiyor. Vücudunun sıcaklığını ve tüm kıvrımlarını hissediyorum kalın parkasına rağmen. Kokusu başımı döndürüyor. Bıçağı dayıyorum boynuna. Bundan yıllar önce, Manisa’da motorsikletten inen o delikanlıya döner bıçağını vururken ne hissettiysem, şimdi de aynısını hissediyorum. Öfke kalmadı. Huzurluyum aksine. Biliyorum başıma bir şey gelmeyeceğini. O çocuğu kanlar içinde yere serdikten sonra bile beni sadece bir sene tuttular hastanede. Kafamı çevirip sahile bakıyorum. O, pencerede durmuş, bize bakıyor. Gözgöze geliyorum. İki gözünü kapatıp, başını onaylarcasına öne eğiyor. Sonra da yavaş yavaş çekiliyor, gözden kayboluyor Dolmabahçe’deki çalışma ofisinin içerisinde.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder